Yoksulluk Kader Olamaz
Fakirlik kader olamaz. Olmamalıydı. Tanrı varsa eğer insanların ne çektiğini görmeli, kendisinin bilinmesini istiyorsa önce insanları yok etmeliydi...
Yaşaması için çalışması gereken bir çocukluk geçiriyordu Mehmet. Annesi ve babasıyla bir kapıcı dairesinde, yaşam denilen, önceden kırılmış olan dala tutunmaya çalışıyordu. Açlık Afrika'da gündemdeyken, küçük bedeniyle açlıkla savaşıyordu bir başına. Sabahları öksürük sesleriyle ailesini uyandıran küçük Mehmet'in, babasından tek isteği gazete ve bezle kapatılmış pencereyi bir an önce yaptırmasıydı. İsteklerinin gerçekleşmeyeceğini bilse de umutlarının arasına sıcak yatağı da ekledi. Ne de olsa hayal etmekte bedava, hava ve umutlar da. Hasta olmasına rağmen çalışması gerekiyor, bazen yorgun düşüp günlerce yataktan kalkmadığı oluyordu. Yaşıtları kağıtlardan ve kartonlardan evler yaparken, o sadece onları toplamakla ilgileniyor. Her gün evinin önünden çıkıp, konteynerlerin bedenini aşan kapaklarından içeri girip kağıt topluyordu.
O akşam, saatin altıya geldiğini fark etmeksizin koşturuyordu arkasındaki Kader ismini koyduğu el arabasıyla. Yükü o kadar ağırlaşmıştı ki, o küçük hasta bedeniyle olan gücüyle asılıyordu kaderine. Her gün eve gitmeden önce kartoncuya uğrar, dolandırıcı kartoncudan parasını alırdı. Ve o parayla da sadece annesini istediklerini alacağı için, kırılıyordu her markete girdiğinde kalbi. Hayalî olan peynir için bir hafta daha çalışması gerektiğini ve ne kadar yorulacağını iyi biliyordu Mehmet. Kalan dört lirasını yarınları için kenara saklıyor, hayali bile kurulmayacak şeyleri en çok o istiyordu. Bu hayalleri sayesinde parasını hayalleri için biriktiriyor, babasına ise "Çok fazla çıkmadı kağıtları toplamışlar" demek zorunda kalıyordu. Oysa babası bunun öyle olmadığını hissedebiliyordu. Mehmet büyük adam olacaktı. Babası ve yatalak olan annesini kurtaracaktı bu fare kuyusundan. Bir akşam yemeği öncesi, eski bir gazetenin kenarını yırttı ve çizmeye başladı. Mutlu ailesini çizdi, evin içinde yatan annesini, yemek yapan babasını, sonra ağaçtan incir toplayan kendisini de çizdi. Ama güneş çizemedi. Çizmek istedi ama kaleminin rengi siyahtı, kaderine mahkumda olmakta istemiyordu Mehmet. İnadına siyah çizdi güneşi. Hem kim demişti ki illa sarı ve parlak olacak güneş diye? İki göz, bir gülen sürat koydu içine. Kendisinden eksilen gülücükler güneşteydi işte.
Mehmet ertesi gün ağır işlerine hiç dinlenmeksizin devam etti. Küçücük bedenine küfür eden trafik magandalarına, onu kandırmaya çalışan kartoncuya ve kaderine rağmen. Güzel hayat sürebileceğine dair umutlarıyla düşündü. Pek fazla umut ve hayalleri yoktu. Çöpten topladığı peynir kutusunun dolu olması yeterdi onun için. Doğduğu günden bugüne yoksullukla yaşıyor, arada bu duruma küçük kalbi çok dayanamıyordu. Herkesin varlığı onun yoksulluğuydu. Tanrıya nedeni diye sorarsa annesini kızacağını düşünüyordu. Bedeni artık kaldıramıyor bunları ve sık sık hasta oluyor annesi gibi. "Mehmet ve Kaderine karşı çıkan bedeni, kaderlerine karşı çıkıp kurtardı onları''. Onları açlıktan, sefaletten, yoksulluktan alıp kaçırdı bu acımasız dünyadan. Sadece bir kutu peynir için para biriktiren, hayallerini resmine çizen Mehmet. O sabah tahta bir kutuya konulup, üstünde isminin yazdığı karton bir kağıda ''Yoksulluk Kader Olamaz'' diye not düştü babası. Sıradan bir mezarlığa gömüldü onunla beraber kaderi. Mehmet saatin altıya geldiğini fark etmeksizin uyuyordu. O sabah Kaderini de alıp dünyada bırakıp gitti ailesini. Sonra annesi daldı sonsuz uykuya. Babası da zor dayanıyordu bu yoksuzluğa.
Yorumlar
Yorum Gönder